Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu konusu. Türk devletinin egemenliğinin rafa kaldırılmasına yol açacak bir noktaya geldi
TÜRKİYE Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan, Patrikhane`nin Vatikanlaştırılmak istendiğini, Heybeliada Ruhban Okulu`nun da Türk eğitim ve hukuk sisteminden tamamıyla bağımsız bir şekilde, özel bir imtiyazlı statüde açılması yolunda bütün engellerin kaldırılmak üzere olduğunu belirterek, Hükümeti bu yanlıştan biran önce dönmesi konusunda uyardı.
ROMA Katolik Kilisesi`ne benzer bir statüye kavuşma yolunda ABD ve AB başta olmak üzere bütün Batı dünyasınının desteği ile büyük mesafeler alındığını vurgulayan Bostan,``Fener Patrikhanesi`nin iddiası ve hedefi hem Bizans`ın manevi varisi olmak ve hem de bütün Ortodoks Hıristiyan dünyasının ruhani başı olmaktır. Bu tuzağa düşülmesin`` diye uyardı.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr.M.Hanefi Bostan, Hükümet`i, Patrikhane`nin Vatikanlaştırılması ve Ruhban Okulu`nun açılması konularında uyardı.
Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu konularında meydana gelen gelişmeler, maalesef artık Türk devletinin egemenliğinin rafa kaldırılmasına yol açacak bir noktaya geldiğini öne süren Bostan, `Lozan Antlaşması hükümlerine göre bütünüyle Türkiye Cumhuriyeti`nin kontrolünde bulunması zorunlu olan ve sadece Türkiye`deki Ortodoks Hıristiyan vatandaşlarımızın ruhani liderliğini yapması gereken Patrikhane, tamamıyla kontrolden çıkmış, Türkiye`yi ve Lozan`ı hiçe sayarak tam anlamıyla başına buyruk bir hale gelmiş; Roma Katolik Kilisesi`ne benzer bir statüye kavuşma yolunda ABD ve AB başta olmak üzere bütün Batı dünyasından aldığı destekle büyük mesafeler almış bulunmaktadır`dedi.
Patrikhane ve Ruhban Okulu meselesinin arka planı
Heybeliada Ruhban Okulu`nun da, yine aynı şekilde, Türk eğitim ve hukuk sisteminden tamamıyla bağımsız bir şekilde, özel bir imtiyazlı statüde açılması yolunda bütün engellerin kaldırılmak üzere olduğunu ifade eden Bostan şunları söyledi:
Patrikhane ve Ruhban Okulu konuları, birbirinden ayrı olaylar değil, kopmaz bir bütünlük oluşturan bir tek olaydır. Nasıl ki İtalyan Devleti`nin toprakları içerisinde bağımsız bir kimliği bulunan bir din devleti olan Vatikan devletçiği ve Roma Katolik Kilisesi, Roma İmparatorluğu`nun manevi varisi ve bütün Katolik Hıristiyan dünyasının ruhani başı ise; Fener Patrikhanesi`nin iddiası ve hedefi de hem Doğu Roma`nın (Bizans`ın) manevi varisi olmak ve hem de bütün Ortodoks Hıristiyan dünyasının ruhani başı olmaktır. Dikkat edildiğinde görülecektir ki bu iki iddianın her ikisi de siyasidir ve Türkiye Cumhuriyeti`ne açık bir düşmanlık ve kaba bir meydan okumadır. Bizans`ın manevi varisi olmak iddiasını hiçbir zaman terketmeyen Patrikhane`nin bütün dünya Ortodoksluğunun ruhani başı olmak, yani `Ekümenik Patriklik` iddiası, İstanbul içerisinde Vatikan benzeri bir devlet yapılanmasına gitmek, yani Fener Patrikhanesi`ni Vatikanlaştırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır ve bu da Türkiye Cumhuriyeti`nin bütün temellerinin sarsılması ile mümkün olabilecektir. Çünkü, böyle bir ekümeniklik statüsü, ancak bağımsız bir yapılanma ile sağlanabilir. Bu ise, mevcut bütün hukuki düzenlemelere, Türkiye`nin egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne taban-tabana zıttır.
Ruhban Okulu`na gelince:
Ortodoks Hıristiyanlar arasında teolojik konular, kurallar ve ibadet şekli açısından birlik sağlamak ve din adamı (ruhban) yetiştirmek amacıyla 1 Ekim 1844 tarihinde Patrikhane`ye bağlı olarak Heybeliada Ruhban Okulu öğretime açılmıştır. Bu okuldaki eğitim süreçleri kısaca şöyledir:
1844-1919 tarihleri arasında dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi,
1919-1923 tarihleri arasında orta öğretimsiz beş yıllık teoloji eğitimi yapılmış,
1923-1951 tarihleri arasında birinci dönemdeki uygulamaya dönülmüş,
1951-1971 tarihleri arasında ise dört yıl lise ve üç yıl teoloji eğitimi yapılmıştır.
Ruhban Okulu, 1844-1971 arasını kapsayan bu 127 yıllık kesintisiz eğitim süresinde toplam 930 mezun vermiş, bunlardan 343`ü piskoposluğa 12`si de patriklik makamına yükselmiştir. 930 öğrencinin 225`i, 1950-1969 yılları arasında mezun olmuştur. Bunların da sadece 38`i Rum asıllı Türk vatandaşı, yani Azınlık`dır. Bu dönemde 162`si Yunan uyruklu olmak üzere toplam 187 yabancı okulu bitirmiştir. Türkiye, 1950`de Ruhban Okulu`na yabancı öğrenci alınmasına da izin vermiş, ancak, bu iyi niyetin istismar edilmeye başlanması üzerine, 1964`te bu uygulama kaldırılmıştır.
1971`de `Özel Yüksek Okulların Kapatılması` hakkındaki kanun yürürlüğe girince, özel yüksek okul statüsünde bulunan Ruhban Okulu da kanun hükmüne göre kendiliğinden kapatılmış oldu. Bundan sonra, bu kurumun bir yüksek okul olarak faaliyetine devam etmesi, diğer tüm yüksek okullar gibi, genel Türk yüksek öğrenimi (daha sonra YÖK) bünyesine dahil edilmesiyle mümkün olacaktı. Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti`ne karşı saygısızlığını, gözlerimizin içine baka-baka kullanmaya başladığı yasadışı `ekümeniklik` iddiası ile açığa vurmaktan çekinmeyen Patrikhane, kendisini Türk eğitim ve hukuk sisteminin dışında ve üstünde görmeye başlayarak, bu statüyü kabul etmedi ve tamamıyla kendisine bağlı, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarından muaf, bir `özel imtiyazlı statü` talebinde ısrar etti; bu yüzden de okul o tarihten beri eğitime kapalı kaldı. Yani, bütün dünyada ve Türkiye`de propaganda edildiğinin aksine, Heybeliada Ruhban Okulu`nu açtırmayan Türkiye değil, Vatikan rolüne soyunan Patrikhane`nin ta kendisidir.
Uluslararası baskı
O tarihten beri, her sene artan bir yoğunlukta, Yunanistan`ın başrolde bulunduğu, Türkiye`ye yönelik uluslarası bir baskı politikası süreci yaşanmaktadır. Amerika`daki üç milyon Ortodoks Hıristiyan Rum`un oluşturduğu Rum Lobisi, Amerikan hükümeti üzerindeki bütün gücünü kullanarak, gerek Patrikhane`nin Vatikanlaştırılması ve gerekse de bu ihanet projesinin bir parçası olarak Ruhban Okulu`nun yeniden, fakat yukarıda da açıkladığımız şekilde, kendisini şimdiden adı konmamış bağımsız bir devletçik gibi gören Patrikhane`ye bağlı olarak faaliyete geçirilmesi amacıyla Türkiye`ye baskı uygulamaktadır. Patrik Bartholomeos da bu projede, geleceğin `Rum Papa`sı` rolüyle bütün faaliyetlerin odağında yer almaktadır. Nitekim Bartholomeos yasadışı olarak kullandığı `Dünya Ortodokslarının Ruhani Lideri`, yani `Ekümeniklik` sözde sıfatıyla gittiği ülkelerde bir din adamı gibi değil din-merkezli siyaset yapan çok aktif bir siyasi lider, hatta daha da ileri giderek, Bizans İmparatoru koltuğunu vekaleten temsil eden Bizans saltanat naibi gibi davranmaktadır. Mesela, 1994`te Avrupa Parlamentosu`nda temsilcilik açma teşebbüsü, `Din, Çevre ve Karadeniz Tehlikede` adlı sempozyum çerçevesinde 28 Eylül 1997 tarihinde Selanik`te Yunanistan Cumhurbaşkanı Stefanopulos tarafından devlet töreniyle `Devlet Başkanı` gibi karşılanması bunu en iy şekilde belgeleyen örneklerdir.
Fener Patriği Bartholomeos Bizans`ın varisi rolünü öylesine benimsemiştir ki, seyahatlerini Yunan devletinin kendisine tahsis ettiği `sarı zemin üzerine siyah renkli çift başlı Bizans kartalı` yerleştirilen Yunanistan Olimbiaki Hava Yolları`na ait uçaklarla gerçekleştirmektedir. Bartholomeos`un Bizansçılık macerasının ve kendisini Bizans imparatorlarının halefi ve varisi gibi görüşünün açık kanıtlarından birisi de, yurt dışı seyahatlerinin çoğunda, Bizans bayrağını her yerde adeta Patrikhane`nin meşru sembolü gibi kullanmasıdır. Nitekim, yukarıda sözünü ettiğimiz sempozyumda, Bartholomeos, Bizans bayrağı ile karşılanmıştır.
Türkiye`de Patrikhane Lobiciliği ve İşbirlikçiliği
Vazıyet böyle olduğu halde, ne yazık ki sistematik bir şekilde kuşatmaya alınan ülkemizde, Patrikhane konusunda utanç verici bir lobicilik yapılmaktadır. Ve yine ne yazık ki bu lobicilik faaliyetlerinde, İslam adına sözde kanaat önderliği yapan etkili çevreler ve medyanın büyük bir kısmı da rol almaktadır.
Patrikhane`nin Türk devletinin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve hukuk sistemini hiçe sayan bu pervasızlığını görmezlikten gelerek kamuoyunu yanıltıcı propaganda ve lobicilik faaliyeti yürüten bu çevrelerin iddialarına göre, Patrikhane, yalnızca masum bir din kurumu ve Ruhban Okulu ise, Türkiye tarafından zorbalıkla kapatılmış olup herhangi bir okul olup, her ikisine karşı takınılan tavır, din özgürlüğünü kısıtlamak ve insan haklarını ihlal etmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Bu konuda yine kamuoyuna yanlış bilgi vererek zihinleri yönlendirmeye çalışan bu lobicilik faaliyetlerinin bir başka iddiası da, Patrikhane`nin bu pervasız taleplerinin yerine getirilmesinin Türkiye`nin dünyadaki prestijini yükselteceği, Rum lobisinin taraftarlığını kazanacağı ve AB`ye girişini de kolaylaştıracağı şeklindedir.
Halbuki kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi ne Patrikhane böyle masum bir kurumdur ve ne de Ruhban Okulu meselesi, bir din özgürlüğü meselesidir. Bunun yanında lobicilerin gizlemeye çalıştıkları bir başka husus da AB`ye girme konusundaki yanlış bilgilendirmelerinde yatmaktadır: Eğer AB`ye girmek için sadece taviz verilecekse, bu tavizlerin asla sonu gelmeyecektir.
Patrikhane, Ruhban Okulu, Türk Hukuku ve Türk Eğitim Sistemi
Patrikhane`nin ve onu destekleyen dahili ve harici lobicilerin propagandalarına karşılık, bu taleplerin Türk hukuku ve Türk eğitim sistemi çerçevesinde gerekleştirilmesi mümkün değildir. Bunun için, Türk hukuk ve eğitim sisteminin, `Bizans İmparatorluğunun Vekili` iddiasındaki Patrikhane`nin istekleri doğrultusunda, tepeden tırnağa değiştirilmesi gerekir.
Çünkü:
1. Devlet içinde devlet gibi davranan Patrik`in Ruhban Okulu konusundaki ısrarı, tamamen imtiyazlı ve özel bir statü talebidir. Halbuki, Lozan Antlaşması, azınlıklara ayrıcalık ve üstünlük değil, Müslüman Türk halkı ile eşit muamele görme hakkı tanımıştır. Bu durum aynı zamanda Türk Anayasası`nın 12. Maddesi`ndeki eşitlik prensibinin de bir gereğidir.
2. Yine Patrik`in Ruhban Okulu konusundaki ısrarı, görünüşte Anayasal olarak `azınlık` konumu tanınmış bir dini cemaat adına, aslında ise bütün dünyaya yönelik Ekümeniklik rolü için destek olacak, imtiyazlı bir özel statüde bir Hıristiyan-teokratik okuludur. Buna karşılık, bir `laik devlet` olan Türkiye Cumhuriyeti`nde böyle bir talep imkansız olduğu gibi aynı zamanda suçtur da.
3. Anayasa`nın 24. maddesi `din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır` hükmünü öngörmektedir. Bunun yanında, 403 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretimin Birliği) Kanunu ise, Türkiye`de dini öğretim ve eğitimi cemaatlerden ve özel kişilerden alıp, devlet görevi olarak MEB` lığına vermiştir. Yine bu cümleden olmak üzere, 625 sayılı kanunun 3. maddesi, özel şahıs ve tüzel kişilere dini eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumu açma yetkisinin verilmemesini öngörür.
4. Anayasa`nın 130. maddesi `kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim kurumları kurulabilir` hükmünü getirmektedir. Ancak, Patrikhane bir vakıf kurumu değildir; bu nedenle, kendisine bağlı olarak bir Ruhban Okulu talebi, Anayasa`ya aykırı bir taleptir ve dolayısıyla suç teşkil etmektedir.
5. 625 sayılı kanunun 28. maddesi, bir özel okula alınabilecek yabancı uyruklu öğrenci sayısının, okulda okuyan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrencilerin yüzde 20`sini aşamayacağını hükme bağlamıştır. Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti`nin Rum vatandaşlarının sayısı son zamanlarda iyice azalmış ve çoğunluğu yaşlı olmak üzere 2.000 kişinin altına düşmüş olduğuna göre, hem bu vatandaşlarımızın din adamı ihtiyacı çok sınırlı kalacak ve hem de bu kadar küçük bir cemaatten ruhbanlık eğitimi alacak yeterli sayıda öğrenci de bulunmayacaktır. Öyleyse, Patrikhane`nin asıl maksadı bir kere daha açığa çıkmış olmaktadır: Yurt dışından öğrenci getirterek, dünya Ortodoksluğunun reisi olmak ve geleceğin Vatikan-Fener`inin meşruiyet temellerini atmak!
6. Türk Milli Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri, 1973 tarihli `Milli Eğitim Temel Kanunu` ve 1981 tarihli `Yüksek Öğretim(YÖK) Kanunu` ile belirlenmiştir. Bu yasalara göre hangi derece ve türde olursa olsun, okul programının bu genel amaç ve temel ilkelere uygun olarak geliştirilmesi zorunludur. Halbuki Patrikhane`nin Ruhban Okulu talebi, bu hükme muhaliftir.
7: Sonuç olarak diyebiliriz ki: Türk Hukuk Sistemine göre Heybeliada Ruhban Okulu`nun yüksek kısmı, ancak, YÖK`e bağlı olarak ve devlet üniversitelerinden birisinin çatısı altında açılabilir. Ne var ki, bunun meşruiyeti de, ancak, Fener Rum Patrikhanesi`nin Lozan Barış Antlaşması`na harfiyen riayet etmesi ile mümkün olabileceği gibi, Lozan`ın mütekabiliyet ilkesi gereği, Yunanistan`ın Batı Trakya Türklerinin hak ve özgürlüklerine saygılı davranması; burada verilen hakların aynısının oradaki Müslüman Türk azınlığa da tanınması ve daha önceki hak ihlallerinin de tazmin ve telafi edilmesi ile mümkün olabilir.
Patrikhane, Ruhban Okulu ve iktidar`ın derin gafleti :
Bütün bunların yanında, Türk kamuoyunda en büyük huzursuzluğa ve öfkeye sebep olan asıl olay, mevcut İktidar`ın Türkiye Cumhuriyeti`ni hiçe sayan bu pervasızlıklar karşısında göstermiş olduğu acizlik ve daha da fazlası olarak, bütün bu olumsuz gelişmelere bizzat önayak olmasıdır. Ne yazık ki, dışarıdan gelen hiçbir baskı karşısında dayanma iradesi gösteremeyen, AB üyeliği için her tavizi vermeye hazır hale gelen İktidar, Türk halkından almış bulunduğu vekaletin hakkını vermek konusunda nice acze düşmüş bulunduğunu Patrikhane ve Ruhban Okulu meselesinde de bir kere daha göstermiş bulunmaktadır.
Nitekim, mevcut hükümet, Patrik`in bu taleplerine karşılık, yukarıda kısaca maddeler halinde sıraladığımız Türk hukuk ve eğitim sisteminin emredici hükümlerini hatırlatarak konuyu kestirip atmak yerine, boyun eğerek nasıl ve ne şekilde taviz verileceğinin telaşı içerisine düşmüş bulunmaktadır.
Gerçekten de, Türk hukuk ve eğitim sistemini Patrik`in talepleri doğrultusunda nasıl deleceğine dair yöntemler geliştirmeye çalışan hükümet, laikliğe aykırı olduğu için YÖK bünyesine dahil edilmesi mümkün olmayan Ruhban Okulu`nu hemen, çok acil olarak, faaliyete geçirebilmek için şu formülü kabul ettirmeye çalışmaktadır: Ruhban Okulu Patrikhane`ye bağlı olarak faaliyet gösterecek ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetlenecek!
Ortada bütün kanuni hükümler açık dururken; Patrikhane`ye bağlı, yani Türk eğitim sisteminin dışında, özel imtiyazlarla donatılmış, bir Hıristiyan teokratik okulunun açılması için ne harika bir buluş!
Böyle bir `harika` plan, tamı tamına, Patrikhane`nin bağımsız siyasi taleplerinin tescili ve Türkiye tarafından da tanınması demektir. İkinci olarak ise, laikliğe aykırı olduğu için YÖK`e bağlanması mümkün olmayan böyle bir okulun YÖK dışında kalınca laiklik ile nasıl bağdaştırılabildiği sorusu ortaya çıkmaktadır.
Ancak, öyle anlaşılmaktadır ki, iktidarın bu yetersizliğinin ve tavizkarlılığının asıl sebebi; Türkiye üzerinde oluşturulan hiçbir dış baskı karşısında sağlam bir milli duruş koyacak direnme idaresinin bulunmaması ve AB`ye kabul edilmek için her tavizi vermeye hazır olmasıdır.
Bütün bunlar olurken, Başbakan Erdoğan`ın `Patrikhane ve Ruhban Okulu tavizleri` karşılığında, hiç olmazsa bire-bir aynılarının Yunanistan`dan ve Yunanistan`daki Müslüman Türk azınlık için istemesi gerekirken, `ben de Atina`da bir cami yapılmasını isterim` demesi bir kara mizah örneği bile olamaz.
Son söz olarak şu husus açıkça bildirmeyi milli bir görev olarak kabul ettiğimizi deklare etmek isteriz:
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen olarak, Türk Milleti`nden, O`nun hakkını ve hukukunu koruyacağına dair söz vererek belirli bir müddet yönetmek üzere vekalet alan, Meclis`te Türkiye`nin bütünlüğünü koruyacağına dair namus yemini eden İktidar`ı, bu vekaletin hakkını vermeye ve yeminini tutmaya ve bu cümleden olmak üzere, dışarıdan ne gibi baskılar gelirse gelsin taviz vermemeye, kendisini Türkiye Cumhuriyeti`nin kanunlarının üstünde gören Patrikhane`nin yasadışı ve pervasız taleplerini reddetmeye; bu iradeyi gösteremeyecekse, ülkemizin geleceğini daha fazla karartmamak için istifaya davet ediyoruz.
Kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum

Türkiye’yi dünyaya şikayet etti
ÖNCE Avrupa Birliği’ne ardından da ABD’ye koşan Fener Rum Papazı Bartholomeos, siyasi baskılara rağmen Başbakan Erdoğan’dan beklediği ‘ekümeniksin’ sinyalini alamayınca kendini kaybetti. Sonunda medya silahını da çeken Bartho, CBS’te Türkiye’ye kin kustu.
Hedefi Lozan’ı delmek
ABD’nin ünlü TV kanalı CBS’te “60 Dakika” adlı programa katılan Bartho, Lozan’ı delmek için yaptığı siyasi girişimlerin sonuçsuz kalmasının verdiği öfkeyle Başbakan’a saldırdı. İşte, CBS’in yarın yayımlayacağı röportajda Fener Rum papazının saçtığı inciler:
Azınlık olmak suç değil ama 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyoruz.
Haklarımızı, Türk vatandaşları gibi kullanabildiğimizi düşünmüyoruz.
Zor şartlarda yaşıyoruz ama Türkiye’den asla ayrılmayacağız
Patrikhanenin yok olmasını istiyorlar ama bu gerçekleşmeyecek.
Burası bizim için en az Kudüs kadar kutsaldır, ayakta kalacağız.
Başbakan’a sorunlarımızı anlattım ama hiçbir yardım gelmedi.
Obama’yı da fişekledi...
Bartholomeos, Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinden 1 ay önce ABD’ye gidip Obama’dan baskıları artırmasını istemişti.
Obama sözünü tuttu ve baskı yaptı ama...
FENER Rum papazına verdiği sözü tutan ve 7 Aralık’ta Washington’da gerçekleşen görüşmede Başbakan Erdoğan’a “Ruhban Okulu’nu açın, papazı ekümenik olarak tanıyın” baskısı yapan Obama’ya rağmen istediği gelişmeyi göremeyen Fener Rum papazı, şimdi dünya medyasına sığındı.
Fener Papazı savaş açtı
Bartholomeos, CBS televizyonunda kin kustu. Fener papazı, “Kendimi Türkiye’de, yaklaşık 2 bin yıllık Patrikhane’nin yok olmasını bekleyen bir hükümetin altında yaşarken, çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum” dedi
Haber:Salim YAVAŞOĞLU
Fener papazı Bartholomeos, Türkiye aleyhine çıkışlarını sürdürüyor. Ruhban Okulu’nun açılması talebi ve ekümenik iddialarıyla Lozan’ı delmek için her şeyi yapan Bartholomeos, Amerikan CBS televizyonunun “60 Dakika” programında Türkiye’ye saldırdı. Fener Papazı, Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini söyledi ve “Türkiye’de azınlık olarak yaşamak suç değil. Fakat bize ikinci sınıf muamelesi yapılıyor. Haklarımızı Türk vatandaşları gibi kullanabildiğimizi düşünmüyoruz” diye konuştu. Ülkede zor şartlarda yaşadıklarını iddia eden Bartholomeos, buna rağmen Türkiye’den ayrılmalarının söz konusu olmadığını söyledi. Fener papazı Bartholomeos, “Çünkü bu kilise 17 asır önce bu topraklarda kuruldu. Gerçi Türk hükümeti Patrikhane’nin yok olmasından ya da ülkeyi terk etmesinden memnun olurdu ama bu asla olmayacak” diye konuştu.
Yardım gelmedi
Bartholomeos, dünyanın en eski Hıristiyan manastırının Mısır’daki Sina Çölü’nde bulunduğunu söyleyerek, bu manastırda Hazreti Muhammed’in Hıristiyanlara dokunulmamasını ve inançlarına saygı gösterilmesini istediğini gösteren bir mektup bulunduğunu kaydetti. Bunu ironik bulduğunu söyleyen Fener Patriği, şu küstah ifadelerde bulundu: “Başbakan’ı ve birçok bakanı ziyaret ettim, sorunlarımızı anlattım, yardım istedim. Ancak laik olmakla övünen Türk hükümetinden hiçbir yardım gelmedi. Buna rağmen ayakta kalmakta kararlıyız. Burası Kudüs’ün devamıdır ve bizim için en az orası kadar kutsaldır. Zaman zaman çarmıha gerilsek de biz burada kalmayı tercih ediyoruz.” Bartholomeos, CBS muhabirinin, “Peki siz kendinizi çarmıha gerilmiş gibi hissediyor musunuz?” şeklindeki sorusuna, “Evet” cevabını verdi.
Geniş bölümü yarın
Fener Papazı, sık sık Avrupa ve ABD gazete ve televizyonlarına demeçler vererek Türkiye’yi karalamaya çalışıyor. Papaz, özellikle Ruhban Okulu ve ekümenik iddialarını gündeme taşıyarak Ankara’nın kendisine destek veren ülkeler tarafından baskı altına alınması için çalışıyor. Bartholomeos’un CBS televizyonunda verdiği son röportajının daha genişinin yarın yayınlanacağı bildirildi.
‘Türkiye‘de bize ve diğer azınlıklara kısıtlamalar var’
Fener papazı Bartholomeos, İtalyan gazetelerinden La Repubblica‘da 29 Eylül 2006’da verdiği demeçte de “Din özgürlüğü konusunda, bize ve diğer azınlıklara yönelik kısıtlamalar var. Bazı ayrımcılıklar nedeniyle mağduruz‘ demişti. ” Ankara‘ya pek çok mektup gönderdim, ama neredeyse hiçbir zaman asla bir cevap alamadım “ diyen Bartholomeos, sözlerini şöyle sürdürmüştü: ”Din adamlarını yetiştirecek bir ilahiyat akademisinden mahrum olan tek kilise biziz. Kilisenin mülkiyet hakkı tanınmadığı için mallarımıza el konuldu. 17 yüzyıldır burada olan ekümenik patrikhanenin tüzel kişiliği tanınmıyor. Bunlar, kabul edilemez. Laik ve demokratik bir ülke, insan haklarını ve din özgürlüğünü herkes için tanımak zorundadır. Ayrımcılık yapmak, Avrupa ailesine dahil olma biçimindeki meşru arzuyla da bağdaştırılamaz.“
Ruhban Okulu’nun açılması bir şerefmiş!
Fener Papazı Bartholomeos, 20 Ekim 2005’te de Fener Rum kilisesi ile AP Hıristiyan Demokratlar-Avrupa Demokratları Grubu‘nca İstanbul‘da düzenlenen konferansın ilk oturumunda Türkiye aleyhinde bir konuşma yapmıştı. Bartholomeos, “Başbakan‘a ziyaretlerime rağmen Ankara, Patrikhane ile ilişki içine girmek istemiyor. Bu diyaloğun olmaması sebebiyle burada cevap vermek istiyorum” demişti. Bartholomeos, “Türkiye, laik bir ülke. Dinler arası ayrımcılık uygulanmayan bir ülke. Ruhban Okulu‘nun, topraklarında bulunması bir şeref olacaktır” demişti. Bartholomeos, konuşmasını şöyle tamamlamıştı: “Gayrimenkul edinme hakkımız yok. Bu durumda olan başka bir vakıf bilmiyorum. Ekümenik sıfatını da kullanmıyoruz. Bazı kesimlerin ekümenik sıfatına alerjisi var. Daha önceki patrikler ekümenik unvanını kullandılar. Ben seleflerimin devam ettirdiği geleneğin temsilcisiyim.”
Atatürk: Patrikhane fesat yuvasıdır
Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ocak 1923’te Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne Rum Patrikhanesi ile ilgili ‘fesat yuvası ifadesini kullanmıştı. Atatürk, “Bir fesad ve hiyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebeb olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız” demişti. Atatürk sözlerini şöyle sürdürmüştü:
Tehlikeli teşkilat
“Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebebler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazisi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir? Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Babıali’nin taht-ı idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve amadedir.”
Obama’dan tam destek aldı
Başbakan Erdoğan ile Obama 7 Aralık’ta Beyaz Saray’da bir araya gelmişti.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Washington’da 7 Aralık’ta ABD Başkanı Barack Obama ile bir araya gelmişti. Görüşmede Obama, Fener Papazı Bartalameos’a verdiği, “Erdoğan ile görüşmemde Ekümenik konusunu ona ileteceğim” sözünü de yerine getirdi. Ancak Obama’nın konuşmasını Türkçe’ye çeviren tercüman, Başkan’ın “Ekümenik Ortodoks Patriği” sözlerini, sadece “patrik” olarak çevirdi. “Ekümenik” sözünü ağzına almadı. Erdoğan ise, düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin “Heybeliada Ruhban Okulu gündeme getirildi mi?” sorusuna şöyle yanıt vermişti: “O konuyla alakalı olarak tabii kendileri gündemi getirdiler. Ama bu konuda şu anda Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığımızın bir çalışması var. Ama ben ondan öte biliyorsunuz bundan kısa bir süre önce azınlıkların dini liderlerini Büyükada’da bir araya getirdim. Kendileriyle bir görüşmem, toplantım oldu. Bu görüşmede de bizden taleplerini istedim.” Erdoğan, “Bu vatandaşlarımızın bizden oradaki öncelikli talebi, yetimhaneyle ilgiliydi Büyükada’da. Bu konuyu kendileriyle görüştük. O da şu anda zaten AİHM’de. ’Gerekçeli karar geldiği andan itibaren biz gereğini yaparız’dedik. Bundan da endişeniz olmasın. Şu anda gerekçeli kararı bekliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığında da konuyla ilgili çalışmalar devam ediyor” demişti.
Beyaz Saray’da görüştüler
Bu arada, ABD Başkanı Barack Obama, 5 Kasım’da Fener Papazı Bartholomeos ile Beyaz Saray’da görüşmüştü. Görüşmenin ardından Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, “Başkan Obama, küresel konuma sahip bir lider olan ’Ekümenik’ Patrik’in misyonuna ve İstanbul’daki Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına olan desteğimizi pekiştirdi” denilmişti. Obama, 7 Nisan’da Türkiye ziyaretinde de TBMM yaptığı konuşmada Ruhban Okulu’nun açılmasını istemişti.